30 Aralık 2016 Cuma

Dağ II













Yaklaşık bir sene önce Cinemaximum başta olmak üzere sinema salonlarına gidip film izlemek adına sosyal medyada bir boykot başlamıştı. Bilet fiyatları, yiyecek-içecek fiyatları, personelin tutumu ve en önemlisi reklam sürelerinden ötürü rahatsızlıklar yüksek sesle dile getirilmişti. Bu boykota sadık kalan isimlerden biriydim ki Cem Yılmaz'ın Ali Baba ve Yedi Cüceler filminden geçtiğimiz haftaya kadar sadece kardeşim çok istediği için arada Deadpool'a gitmiştim. Ali Baba ve Yedi Cüceler'de Cinemaximum'un reklamları bir saatten uzun sürünce salonda ayaklanma oldu ve çok sayıda insan filmi terk ederek bağırış çağırış içinde salonu terk etti. Rahatsızlığımı Twitter'dan da birkaç kez dile getirdim ve Cinemaximum yetkilileri tatmin edici olmayan uzun açıklamalardan başka bir geri dönüş yapmadı. Aylar sonra ilk sinema maceram Dağ II ile oldu ve anlatacak şeylerim var. Boykot konusuna gelince; neredeyse bir sene sonra en azından reklam süreleri makul sürelere indirgenmiş. Bir ritüel olarak yazının devamının ağır spoiler içerdiğini de belirtelim.

Vatansever adamım ben, ülkemi çok seviyorum, ülkeye katkı sağlamak için yapılabilecek daha farklı çok şey olduğunu bildiğim hâlde asker olmayı da vaktiyle çok istemiştim. Bu yaşıma geldim ve içimde hâlâ ukdedir asker olamamış olmak. Son birkaç yılda ülkede meydana gelen olaylardan sonra insanların kaçıp gitmeyi düşündüğü bu yerde ben inadına kalıp inadına mücadele etmeyi düşünenlerdenim. Hâl böyle olunca bu tarz filmleri de kaçırmamak farz oluyor. Dağ I'i de sinemada izlemiştim, çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Baştan sona kadar yapılabilecek çok fazla eleştirim de var ama bazı konularda biraz acımasız oluyoruz. Görsel ve ses efektleri konusunda Türk Sineması daha emekleme safhasını geçmiş değil. Büyük prodüksiyonlar, iyi tanıtımlar, pahalı kadrolar ve ekipmanlar her zaman görebildiğimiz şeyler değil. Bir sonraki aşamada daha iyilerini görebilmek için bazı şeylerin hakkını da vermek lazım. Bu noktada Dağ I'e de Alper Çağlar'ın çıraklık eseri diye bakmak sağlıklı olacaktır diye düşünüyorum.

Dağ I'de iki askerin hayatta kalma mücadelesini izlemiştik. Bunlardan Oğuz (Çağlar Ertuğrul), İstanbul'un kaymak tabakasında yetişmiş, pahalı giysileri, güzel kız arkadaşları, hareketli gençlik ortamları görmüş kısa dönem bir askerdir. Askerliği bedelli olarak yapma şansı varken ailesini karşısına alıp günlerini kışlada geçirmeyi tercih etmiş, kız arkadaşından ayrılmış, hatta ölüm riskini bile göz önünde bulundurmuştur. Bekir(Ufuk Bayraktar) ise Ankara'da yaşamış, hayatta pek gün yüzü görmemiş, Ankaralı Turgut hayranı, arıza bir heriftir ve uzun dönem askerdir. Oğuz'la birbirlerinden çok haz etmezler ama kader ikisini komutanlarıyla birlikte bir çatışmanın ortasında bırakır. Komutanları ölmüş, ikisi de ölüm pahasına birbirlerinin hayatını kurtarmayı göze almıştır. Bu olay ikisini yakınlaştırır fakat Bekir'in bacağından Oğuz'un da kulağından aldığı silah yaraları kalıcı olabilecek bedensel engellere yol açmıştır. Dağ II'de ise bu iki arkadaş bedensel engellerine rağmen Özel Kuvvetler'e girmek isterler ve başarırlar. Türkiye'nin resmi olarak içinde olmadığı bir operasyonla Irak'ta esir bulunan gazeteci Ceyda Balaban(Ahu Türkpençe)'ı kurtarma operasyonundadırlar. Film Ceyda Balaban'ın infaz edilmek üzereyken kurtarıldığı sahneyle başlayan ve yedi kişilik timin ülke topraklarına dönme çabasını konu alan birkaç günlük süreyi anlatıyor. İlk filmde olan flashbackler bu filmde de var ve eş zamanlı olarak askerlerin geçmişe yönelik hikâyelerini de takip edebiliyoruz. 

Türkler, devlet olma geleneğinin en somut gözlemlendiği toplumlardan bir tanesidir ki mevcut dünya düzeninin kurulduğu son yüzyıla kadar tarihi hep savaşlarla doludur. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucuları da askerdir örneğin. Bu ve bu gibi sebeplerle nüfusun önemli çoğunluğunda asker olma isteği, asker hayranlığı, askere saygı ve güven gibi duygular yoğunlukla gözlenir. Her ne kadar 15 Temmuz'un izlerini henüz üzerimizden atamamış olsak da bu kolay kolay değişmeyecek bir gerçektir. Modern Türk Ordusu'nun yapılanmasında da Bordo Bereliler diye adlandırılan Özel Kuvvetler biraz daha farklıdır. Bizim çocukluğumuzda adını yanlış hatırlamıyorsam Türk Yıldızları diye bir program vardı. Yüzleri blurlanmış şekilde Bordo Bereliler'in eğitimleri gösterilirdi. Keyifle izlerdik çoğumuz. Özel Kuvvetler ile ilgili Özel Kuvvetler Eski Komutanı Engin Alan da Oda Tv'ye yıllar önce verdiği bir röportajda "Bugün dünyanın en iyi özel kuvvetleri, SAR ve SAD komandoları Türklerdir. O çok çok büyük ülkelerin özel kuvvetlerini de biliyorum." şeklinde bir açıklama yapmıştı. Komutanı olduğunu düşününce bu açıklama objektif değilmiş gibi gelebilir ama farklı bir soruya verdiği çok net bir cevap olduğu için doğru olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Burada anlattıklarım ile pek bağlantısı yok ama merak edenler röportajın tamamına bu linkten ulaşabilirler. Hâl böyleyken Özel Kuvvetler'e dair bir şeyler anlatılan bir filmde oldukça dikkat çekici olacaktı tabi. Bordo Bereliler'e dair bir senaryodan bahseden bir film zannediyorum ki Türk Sineması'nda bu kadar somut hiç yer almamıştı. Şüphesiz vizyon tarihi itibarı ile de 15 Temmuz'un hemen ardından gelmesi ve sürekli terör saldırılarına uyandığımız bu günlerde izlenme talebini arttırdı ve 2016 yılının da ülkede en çok izlenen filmi oldu. Açılım sürecinin gündemi meşgul ettiği dönemde de Nefes:Vatan Sağolsun oldukça ilgi görmüştü. 

Filmle ilgili beni rahatsız eden birkaç detay var fakat bunları anlatmak istemiyorum. Çok hoşuma giden noktalar var ve onları anlatacağım. Öncelikle sinemamızın bir türlü aşmayı başaramadığı silah sesi efektini çok iyi derecede çözmüşler. Kulağımı ırgalayan hiçbir silah sesi duymadım. İlk sahnede olaya direk aksiyonla başlamak filmi çok iyi bir noktaya getirmiş ki giriş sahnesinde başarılı bir aksiyonla başlayan filmlerin sonuna kadar seyircisini kendine kitlediği bir gerçek. Standartlarımızın çok üzerinde birkaç çekim açısı başarısı da var. En çok hoşuma giden Ceyda Balaban'ın kurtarıldığı sahnede militanlar yanında ölü yatarken kuş bakışı çekilen sahnesi idi. Hollywood aksiyonlarında çokça gördüğümüz soluksuz bırakan kesintisiz ve uzun süren aksiyon sahnelerine de çok başarılı örnekler var. Filmin sonundaki 20-25 dakikalık kısım tahmin ediyorum izleyen herkesin favorisidir. Flashback geçişleri de -özellikle ilk filme kıyasla- oldukça başarılıydı. Keskin nişancı olan Arif(Murat Arkın)'in atıştan önce okuduğu dizeler Hüseyin Nihâl Atsız'ın Kahramanların Ölümü adlı şiirinin dizeleriydi ki filmin ince detaylarına bariz bir derinlik kattığını söyleyebilirim. Puzzle birleşince ortaya çıkan tabloda Alper Çağlar'ın Milliyetçi olduğu sonucu çıkıyor ki Atsız'a gönderdiği derin selam oldukça hoşuma gitti. Filmin benim açımdan en vurucu ayrıntısı ise sonunda verdiği mesajdı: "Eleştir ama sev"

2016'da ülkece ve milletçe çok acı çektik, çok insan öldü, çok kan aktı, çok çocuk yetim ve öksüz kaldı, perişan olduk. Filmin bu döneme denk gelmesi de gişe başarısını etkiledi şüphesiz. Dağ II gaza getiren yapıda bir film. Rambo'yu izleyerek büyümüş bir jenerasyon gibi Dağ da devam edecek bir film serisi olursa muhtemelen bu ülkeye ait bir jenerasyon da asker olmak isteyecektir. Kısa vadede ise Top Gun'ın vaktiyle Amerikan Hava Kuvvetleri başvurularına sağladığı patlama gibi Özel Kuvvetler ve Özel Harekat'a da başvuru sayısı artacaktır diye düşünüyorum. Artmasa bile aday adaylarının fikirlerini güçlendirir en azından. Filmi mutlaka izleyin, hatta mümkünse vizyondan kalkmadan sinemada izleyin. Son olarak filmi izleyen arkadaşlar için Müslüm Baba'dan Affet geliyor.